16 Şubat 2012 Perşembe

Bir fincan KAHVE içelim mi?

Hiç düşündünüz mü? Neden bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır?
  
   Kültürümüzde kendine has bir yeri vardır kahvenin.
Pek çok kişinin de vazgeçilmezleri arasındadır.
Daha önümüze gelmeden kendini kokusuyla hissettirir.
Bir dinlenme vesilesi ve sohbet bahanesidir.
Türk kahvesi milletimizin ‘nimete’ bir saygının gereği olarak lezzetini hissederek tükettiği bir içecektir.
Tarihcesine bakacak olur isek;

İlk olarak Habeşistanda keşfedilmiştir. Buradan yemene yayıldıktan sonra Yemende yaygın olarak kullanılmaya başlaması ile yolculuğuna başlamıştır. Yemenden sonra Mekke ve Kahire'ye gelen kahve buradan İstanbula ulaşmış ve 2. Venedik kuşatması ile avrupanın çeşitli şehirlerine kadar yayılmıştır. 
   Kahvenin bulunuşuyla ilgili meşhur rivayet ise şöyle: Yemen’in yüksek yaylalarında yaşayan ‘Halidi’ adında bir çoban, keçilerinin bir ağacın kırmızı meyvelerinden yedikten sonra dinçleştiğini, hareketli hâle geldiğini ve geceleri çok az uyuduğunu fark eder. Çoban, daha sonra o meyvelerden hem kendisi yer, hem başkalarına verir. Arapçada ‘uyaran, dinçleştiren’ mânâlarına gelen “kahveh” kelimesiyle isimlendirilen bu bitki, daha sonraları bir içecek olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kahvenin, adını ilk bulunduğu yer olan Etiyopya’nın ‘Kaffa’ köyünden aldığını iddia edenler de vardır.   
    Kahve içme alışkanlığı, ilk olarak Yemenli sûfiler arasında başlamış, uyarıcı tesiri sebebiyle kahve, gece boyunca dua ve ibadet eden âbidlerin zamanla vazgeçemediği bir içecek hâline gelmiştir.
    Türklerin kahveyle tanışması, Kanunî Sultan Süleyman devrinde olmuştur. Yemen Valisi Özdemir Paşa tarafından kahve, İstanbul’a getirilmiş ve Türklerin kendilerine mahsus pişirme usûlünden dolayı da, ‘Türk kahvesi’ ismini almıştır. 19. yüzyıl sonlarına kadar Türk kahvesi, çiğ çekirdek olarak satılıyor, evlerdeki kahve tavalarında kavrulduktan sonra, el değirmenlerinde çekilerek içilebiliyordu. Bu durum; 1871 yılında Mehmet Efendi’nin, çiğ kahveyi kavurup öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başlamasına kadar sürmüştür.
Böylece İstanbul Tahmis Sokak’ta taze kavrulmuş kahvenin kokusu da çevreye yayılmaya başlamışdır. Kahveyi hazır olarak kahve severlere sunan Mehmet Efendi, kısa sürede tanınarak “Kurukahveci Mehmet Efendi” diye anılmaya başlanmıştır.
   Tiryakileri tarafından ‘kara inci’ olarak nitelenen kahve, zamanla saray mutfağının ve evlerin vazgeçilmezleri arasında yerini almaya ve çok miktarda tüketilmeye başlanmıştır. Türk kahvesinin lezzeti ve ünü gerek İstanbul’a yolu düşen tüccar ve seyyahlar, gerekse Osmanlı elçileri sayesinde önce Avrupa’yı, sonra da bütün dünyayı sarmıştır.


Osmanlıda kahve kültürüne gelince: İkramı ayrı bir hususiyet arzaedemiş kahvenin.
Bazı yerlerde misafirlere kahveden önce lokum veya şekerleme türü bir tatlı ikram edilip, onun tadı geçmeden acı bir kahve sunulurmuş.
Kahve, bayramlarda, kulpsuz fincanın kendine uygun bir fincan zarfına konulmasıyla; diğer günlerde ise, tabaklı fincanlarda ikram edilirmiş. Bazen, kahveye farklı bir tat kazandırmak için, kahvenin içine çiçek suyu, ‘ak amber’ veya ‘kâkule’ katılırmış.

Sarayda kahve ikramı ise, çok daha önemli bir iş imiş. Saraya ilk olarak Kanunî döneminde girdiyse de, kahvenin saray içeceği olarak itibar kazanması, 4. Mehmed zamanında olmuş. Sarayda sadece Yemen kahvesi tercih edilirmiş. Kahve ikramı için kullanılan fincanlar, İznik veya Kütahya çinisinden yapılır; bu fincanların etraflarında, elin yanmaması için kulp vazifesi gören gümüş veya altın bir zarf kullanılırmış.

Türk Kahvesi geçmişden beri çok özel bir içecek konumunda.
Kahvenin kavrulma, öğütülme, pişirilme ve ikram edilme usûlleri; emek, temizlik ve dikkat isteyen bir içecek. Bu usûller, kahvenin lezzetini artıran unsurlar. Bunca zahmet biraz da kahve ikram edilen kişiye verilen değerin bir göstergesi. 

Bukadar kelam ettiğimiz kültürümüzün baş tacı kahve nasıl yapılır, nasıl korunur peki?
   Öncelikle kahve taze olmalıdır, bayat kahve köpük yapmaz.
Kahvemizi daima kapalı kaplarda muhafaza edip içerisine nemli kaşıklar sokmamalıyız.
Kahve saklama kabımız boşalmadan, yeni kahve ilave edilmemeli.
-     Zannedildiğinin aksine, odun ateşi köpüğün kıvamını ya da lezzeti değiştirmez.
-     Bir fincan suya, iki çay kaşığı kahve konulmalıdır.
-     Kahveye konulan şeker miktarı konusunda birçok farklı fikir vardır, ama genelde orta kahvelerde şeker ve kahve miktarı eşittir. Yani bir fincana iki çay kaşığı kahve ve iki çay kaşığı şeker konulmalıdır.
-     Cezveye önce kahve ve şeker ardından soğuk kaynak suyu konulur ve bir kere karıştırılıp ateşe konur.
-     Ateşe konduktan sonra kahve kaynayıp kabarıncaya dek sürekli karıştırılmalıdır. Böylece kahve taneleri eşit oranda pişerler. Karıştırma işlemi kahvenin içerisine hava kabarcıkları hapsettiği için köpük daha yoğun olur.
-     Kabarmaya ve köpürmeye başladığı anda kahve ateşten alınır. Köpük fincanlara pay edilir.
-     Kalan kahve bir taşım daha pişirilir ve fincanlara boşaltılır.
-     Kahvenin yanında sunulan su, damak sayesinde kahvenin lezzetinin daha iyi algılanmasını sağlar.

Hiç yorum yok: